Ahirzaman Ve Hz. Mehdi

Kıyametin hemen yakınında anarşi ve kargaşa günleri vardır.

    Güzel Hatırlatmalar

    • "Dünyadan beş bin altı yüz yıl geçmiştir". Bu ümmetin ömrü bin (1000) seneyi geçecek, fakat bin beş yüz (1500) seneyi pek geçmeyecek.

      (Kıyamet Alametleri, Medineli Allame Muhammed b. Resul el-Hüseyni el-Berzenci, Pamuk Yayıncılık, İstanbul, 2002, s. 299)

    • Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Evlatlarımdan olan Mehdi’yi inkar eden beni inkar etmiştir.”

      (Bihar-ul Envar, c.51, s.73)

    • Eğer müşriklerden biri, senden 'eman isterse', ona eman ver; öyle ki Allah'ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu 'güvenlik içinde olacağı yere ulaştır.' Bu, onların elbette bilmeyen bir topluluk olmaları nedeniyledir.

      (Tevbe Suresi, 6)

    Güzel Konular

    Güzel Konular

    Hastalıkta kişilik değiştirmek, müminin kabul etmeyeceği bir tavır bozukluğudur

    İyilik, güzellik, rahatlık, kolaylık, sağlık, sıhhat, konfor... Bunlar elbetteki çok güzel nimetlerdir. Her insan, hayatının en rahat edeceği şartlar ve olabilecek en güzel nimetler içerisinde geçmesini ister ve bu gerçekleştiğinde de bundan büyük hoşnutluk duyar.

    Ancak Allah dünya hayatında özel bazı durumlar da yaratmıştır. Zorluklar, sıkıntılar, hastalıklar, ölümler, yokluk ve kayıplar, her insanın mutlaka yaşamak durumunda kaldığı olaylardandır. Ve Allah bunları çok büyük hayır ve hikmetlerle yaratmıştır.

    İnsan hiçbir zorlukla kırşılaşmadığında, hiç sıkıntı çekmediğinde, hiç bir şeye sabır göstermek durumunda kalmadığında; çevresindeki herkesten sadece iyilik, güzellik, güzel ahlak, maddi manevi destek gördüğünde, hayatını arzu ettiği nimetler içerisinde geçirdiğinde, sahip olduğu bu şartlardan dolayı mutlu olur. Bu şartlar altında gerginlik duyması, öfkelenmesi, kinlenmesi, kıskanması, tartışması; kısacası bazı kötü ahlak özelliklerini göstermesi için çok az sebep çıkar karşısına. Tam tersine, nimetlerin güzelliği ve etrafındaki insanların güzel tavırları, bu kişinin keyfini, neşesini, rahatını sürekli olarak daha da artırabilir. Dolayısıyla bu kişi de çevresine karşı son derece iyi bir ahlak gösterebilir. Hoşgörülü, olgun, affedici, mülayim, fedakar, kalender tavırlar sergileyebilir. Ancak tüm bu karakter özellikleri, sadece bu kişinin içerisinde yaşadığı şartlardan kaynaklanıyor olabilir. Çünkü bir insanın gerçek kişiliği, asıl olarak zorluk ve sıkıntı anlarında, yoklukta ve hastalıkta, haksızlığa uğradığında ya da mağdur olduğunda ortaya çıkar. İşte Allah'ın dünya hayatında çok çeşitli ve birbirinden detaylı eksiklikler yaratmasının çok büyük hikmetlerinden biri de burada gizlenmiştir. Allah bu şekilde, ‘gerçekten güzel ahlaklı olan ve her türlü şarta rağmen, gerçekten Allah için bu ahlakında sabır gösteren kullarını’ ortaya çıkarmaktadır.

    İşte hastalıklar, insanların en sık, hatta hemen hemen her gün karşılaşabildikleri bu özel yaratılan durumlardan biridir. Bazı insanlar ufak tefek rahatsızlıkları o kadar önemsemeyip sadece daha hayati durumlarda tavır değiştirirken, bazıları da sıradan ve günlük bir rahatsızlıkta bile hemen başka bir kişiliğe bürünürler. Birazcık başları ağrıdığında, biraz uykusuz kaldıklarında, biraz fazla yorulduklarında, ilk önce bunu hemen yüzlerine yansıtırlar. Öyle ki onları görenler, konuyla ilgili hiçbir bilgileri olmasa dahi bu kişiye, “Ne oldu, neyin var, hasta mısın?” gibi bir soru sormak zorunda hissederler kendilerini. Her zamanki kişiliklerine göre çok bezgin, yorgun, bitkin, durgun, neşesiz bir tavır içerisindedirler. Normalde gösterdikleri ahlaka göre çok daha tahammülsüz, çok daha ters, sinirli ve gergin bir halleri vardır. Kendilerine, “Neyin var?” diye soran insanlara da, yine aynı bitkin ve ters ruh hali içerisinde çeşitli cevaplar verirler. Her zaman dikkatlerinin açık olduğu konularda dikkatlerini daha kapalı hale getirir, her zaman ilgili oldukları konularda çok daha ilgisiz ve umursuz bir tavır gösterirler. Yardıma ihtiyacı olan birine karşı daha insaniyetsizlerdir. Kendilerine güzel bir söz söyleyen, sevgi, ilgi gösteren birine karşı çok daha soğuk, mesafelidirler. Etraflarındaki nimetleri gereği gibi göremeyen, sanki dünyanın en büyük felaketine uğramış (-ki böyle görünen olayları da Allah büyük hayır ve hikmetlerle yaratmıştır-) ve sanki en mağdur insanıymış gibi bir hal içerisindedirler.

    Elbetteki, küçük bir bağaşrısı, mide ağrısı ya da günlük bir yorgunlukta bile bu şekilde kişiliklerini değiştiren insanlar, bunlardan çok daha büyük hastalıklarla karşılaştıklarında nasıl bir ahlak göstereceklerine dair çevrelerinde şüphe oluştururlar. Ve normal şartlarda; herşey istedikleri gibi olduğunda, bütün nimetler, kolaylıklar, rahatlıklar ellerinin altında olduğunda gösterdikleri güzel ahlak ve kişilik de, böyle zamanlardaki tavırlarıyla birlikte, tamamen şüpheli hale gelmiş olur.

    Oysa ki insanın, sağlam kişiliğin asıl anlaşılacağı anların, bu şekilde zorluk, hastalık zamanları olduğunu bilmesi ve bu tarz durumlarda özellikle dikkatini açarak Allah'ın en beğeneceği tavrı sergilemeye çalışması gerekir. Böyle bir durumda insan, aksinin, Kuran ahlakına hiç uygun olmayan ve iman eden bir insana hiç yakışmayacak bir tavır olacağını bilmeli ve ‘her şartta sadece tek bir sağlam karakter göstermelidir’.

    Elbetteki insan böyle bir durumda, içerisinde bulunduğu fiziksel zorluklara ve hastalıklara yönelik en akılcı ve en iyi tedbirleri almalı, elbetteki sağlığını korumalı, hastalığını en iyi şekilde tedavi etmeye çalışmalıdır. Bu konuda olabilecek en fazla çabayı harcamalıdır. Ama bu konuda gösterdiği çabayı, mutlaka güzel ahlakını sürdürmede de harcamalıdır.

    Zira, nimeti de sıkıntıyı da yaratanın Allah olduğunu ve bunların her birinin insan için mutlaka hayırlı olduğunu bilen bir insanın hastalıklar karşısındaki tepkisi, zaten yine ancak Kuran ahlakıyla olur. Nasıl ki Allah onu nimet içinde, huzurlu, rahat, konforlu bir ortamda yaratıyorsa, hastalıkla birlikte bu nimetleri eksilten de yine Allah'tır. Hastayken de insan, yine saymakla bitiremeyeceği kadar çok nimet içerisindedir. Yine Allah'ın rahmeti, şefkati, sevgisi, yakınlığı, lütfu ve koruması altındadır. Aklındaki iman gerçekleri hakkındaki bilgiler yine aynıdır; Allah'ın rızasının herşeyin üstünde olması, ölüm, ahiret, hesap günü, cennet, cehennem aynı şekilde tüm gerçeklikleriyle yine vardır. Öyleyse bu gerçekleri bilen bir insanın, kişilik değiştirmeyi, farklı karakter özellikleri göstermeyi makul görebilmesi de mümkün değildir.

    Elbetteki insanın bir yeri ağrıdığında, bir rahatsızlık duyduğunda bu fiziksel açıdan çeşitli şekillerde dışa yansıyabilir. Fakat ahlakta ve üslupta bir değişiklik olmasının kabul edilebilir bir yönü yoktur. Aksine müminin, küçük de olsa büyük de olsa her hastalığı, Allah korkusunun artması için, Allah'a şükretmek, Allah'ın nimetlerini anmak, rahatlığın, sağlığın, sıhhatin ne kadar büyük bir lütuf olduğunu takdir etmek, insanın aczini ve Allah'a olan muhtaçlığını daha iyi kavramak, kısacası daha güzel ahlaklı olmak için bir vesile olarak görmesi gerekir. Mümin bir kimse tüm bu vesilelerin insanları Allah'a yakınlaştırabilecek çok kıymetli anlar olduğunu bilerek elinden gelen çabanın en fazlasını harcamalıdır.

    Allah Kuran'da, müminlerin özel olarak böyle durumlarla deneneceklerini ve sonsuz cennet hayatının da ancak bu anlarda gösterilen güzel ahlak ile mümkün olacağını şöyle bildirmiştir:

    Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki mü'minlerle; "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır.(Bakara Suresi, 214)

    Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Biz'e döndürüleceksiniz. (Enbiya Suresi, 35)

    Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.(Bakara Suresi, 155)

    Güzel bir şeyi yanlış yöntemlerle elde etmeye çalışmamak...

    Bazen insanlar iyi bir amaca ulaşmak ya da güzel bir nimeti elde etmek isterler. Ancak bu amaçlarına ya da istedikleri nimete kavuşabilmek için yanlış yöntemler kullanırlar. Hedefledikleri şeyler son derece güzel ve niyetleri de son derece iyi olduğu halde, kullandıkları yöntemlerin yanlışlığı nedeniyle hatalı bir tavır içerisine girmiş olurlar.

    Bu konuya günlük hayatın içinden sıradan birkaç örnek verilebilir. Örneğin bulunduğu yeri toplayıp temizlemek isteyen bir insan, güzel bir ideal peşindedir. Ancak bu sonuca ulaşmak için çevresindeki insanları rahatsız ediyorsa, gördüğü kirlerden, dağınıklıklardan dolayı orada bulunan kişilere karşı sert ve kırıcı bir üslup kullanıyorsa, bir yandan temizlik yaparken bir yandan söyleniyorsa, bu durum, o kişinin ‘güzel bir amaca, yanlış yöntemlerle ulaşmaya çalıştığını’ gösterir.

    Aynı şekilde bir başkasında gördüğü bir hatayı düzeltmek isteyen bir insan, yapıcı olmak yerine bu kişiye karşı yıkıcı ve merhametsiz bir üslupla, sert sözlerle, kızarak bir eleştiri yapıyorsa, bu da kullanılan yöntemin yanlış olduğunu gösterir. Aslında kişi burada iyi bir amaç peşindedir. Ama bir kişiye doğru yolu göstermenin, içerisinde bulunduğu yanlışlıktan vazgeçirmenin yolu, bu tarz zarar verici bir yaklaşım değildir.

    Yine bir insanın dostluğunu, yakınlığını, sevgisini kazanmak isteyen bir insanın, bunun için karşısındaki kişiye baskı yapması da bu konuya verilebilecek bir başka örnektir. Sevgiyi kazanmanın yolu, öncelikle sevilecek özellikler göstermektir. Gerçekten sevilecek bir insanın ahlakına sahip olmaktır. Böyle bir amaç peşinde olan bir insanın öncelikle yapması gereken, Allah rızası için bu özellikleri kazanmak olmalıdır. Buna önem vermeyip, bunun yerine sadece karşı tarafı -yeterli bir sebep olmaksızın- dostluğa zorlamak yanlış bir yöntemdir. Bu insan, sırf karşı tarafın ısrarından dolayı, içinden gelmediği halde, o kişiyi kırmamak için belki bu yönde bazı tavırlar gösterecektir. Oysa ki bu, o kişiye sağlam bir temele oturmayacak olan suni bir dostluktan başka bir şey kazandırmayacaktır. Suni bir sevgi ve dostluk ise, kişiye umduğu mutluluğu vermeyecektir. İşte bu örnekte de, kişi güzel bir netice hedeflemektedir. Ancak yöntemi son derece yanlıştır.

    İnsan hayatının pek çok noktasında bu tarz durumlarla karşılaşabilir. Gerçekten iyi niyetli bir girişim içerisinde olan bir insan, güzel bir amaca ulaşırken bu tarz bir yanlışlığa düşmekten kaçınmalıdır. Yıkıcı yöntemler hiçbir zaman için kişiye umduğu faydayı getirmeyecektir. Ya da elde ettiği faydanın yanında, sebep olduğu zarar çok daha fazla olacaktır. Temizliği sağlamak için, oradaki insanlara söylenen, ters konuşan, rahatsızlık veren bir insan, bunun sonucunda o mekanın temizliğini elde etmiş olsa bile, meydana getirdiği tahribat ve insanlara verdiği huzursuzluğun önemi çok daha fazla olacaktır. Böyle bir durumda insan, bir mümine durduk yere rahatsızlık vermektense, temizliği erteler, gerekirse o temizliği günlerce tek başına yapıp halleder ama yine de böyle yanlış bir tavra girmez.

    Aynı şekilde bir kişiye küçük bir konuda eleştiri yapacak olan bir insanın da, bu girişimiyle elde edeceği sonuç, belki de kullandığı sert, yıkıcı, şefkatsiz ve hoşgörüsüz üslubuyla o kişiye vereceği tedirginlikten ve manevi rahatsızlıktan çok daha az bir kazanç olacaktır.

    Bu nedenle gerçekten güzel birşeyler yapma amacında olan bir insan, kullanacağı yöntemleri yalnızca Kuran ahlakına göre belirlemelidir. Sadece amacın güzel olması yeterli değildir. Onun kadar, insanın bu amaca ulaşırken göstereceği ahlakın ve izleyeceği yolun da güzel ve doğru olması gerekir. Allah'ın rızasına en uygun olan tavır budur. Allah, hayatlarının her anında güzel davranışlardan ayrılmayan kullarını Kuran'da şöyle müjdelemiştir:

    (Allah'tan) Sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde, "Hayır" dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir.(Nahl Suresi, 30)

    Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır; öyle ki, kötülükte bulunanları, yaptıkları dolayısıyla cezalandırır, güzel davranışta bulunanları da daha güzeliyle ödüllendirir. (Necm Suresi, 31)

    Allah, hidayet bulanlara hidayeti arttırır. Sürekli olan salih davranışlar, Rabbinin Katında sevap bakımından daha hayırlı, varılacak sonuç bakımından da daha hayırlıdır. (Meryem Suresi, 76)

    Üzülmenin, hiç kimseye ve hiçbir şeye faydası olmayan, boş, anlamsız ve tahrip edici bir tavır olduğunu görebilmek gerekir...

    Üzüntü Allah'ın Kuran ayetleri ile yasakladığı bir tavır bozukluğudur. Allah'a iman eden, Allah'ın sonsuz güzel ahlakını, sonsuz gücünü bilen bir insan için üzülecek hiçbir şey yoktur. Allah, o kişinin kaderinde her ne yaratırsa yaratsın, bu, o kişi için olabilecek en değerli, en hikmetli, en güzel ve en hayırlı olandır.

    Allah sonsuz adaletlidir. Allah kullarını çok sevendir. Allah mümin kulları için herşeyi ‘hayır’ olarak yaratandır. Allah acıyı, sıkıntıyı, zorluğu da yaratır; ancak tüm bunları, mümin kullarının çok daha güzel ahlaklı olabilmelerine ve ahirette çok daha güzel bir karşılık alabilmelerine vesile olması için yaratır. Dolayısıyla mümin, yokluk içinde de olsa, acı de çekse, hasta da olsa, yalnız da kalsa, kendince herşeyden mahrum ve mağdur durumda da kalsa (Allah'ı tenzih ederiz, Allah sonsuz adalet sahibidir), bunların hiçbirini bir üzüntü vesilesi olarak görmez. Elbetteki tüm bu şartların; sıkıntı ve acının, zorlukları vardır. İnsan maddi manevi pek çok açıdan gerçekten çok zorlandığı durumlarla karşılaşabilir. Ama makbul olan, bu şartlarda dahi kişinin, Allah'ın sevgisinden emin olması, Allah'ın rahmetini ummanın huzurunu, sevincini yaşamasıdır. Sıkıntılardan dolayı ümitsizliğe kapılmaması (Allah'ı tenzih ederiz), acı ve zorlukları ‘dünya hayatının ‘üzülünmesi gereken durumları’ olarak görmemesi’dir.

    İnsanlara çok küçük yaşlarından itibaren öğretilen bazı inançlar vardır. Bunlar genellikle toplumda hakim olan anlayışın birer parçasıdır. Bir insanın nelerden korkması, nelere sevinmesi, nelere küsmesi, nelere üzülmesi gerektiği gibi tüm bilgiler, bu yaşlarda insanlara aşılanır. İnsanların, hoşlarına gitmeyen bir durumla karşılaştıklarında hemen üzülmeye meyletmelerinin bir sebebi de, işte kendisine yıllar boyu verilmiş olan bu telkinlerdir.

    Nefsin insanı hüsrana, ümitsizliğe, üzüntüye, çözümsüz ve çaresiz olduğuna inandırmaya karşı bir eğilimi zaten vardır. Buna bir de toplumdan alınan telkinler eklendiğinde, -iradesini, aklını, vicdanını kullanmayan pek çok insan- kendini kolaylıkla üzüntüye bırakır. Üzüntünün içine tam girdiğinde ise, genellikle bu kişiyi, dışarıdan bir müdahaleyle aklı başında, tutarlı, dengeli bir çizgiye çekebilmek çok zor hale gelir. Böyle insanlar genellikle üzüntüyü bir hayat şekli olarak benimserler. Allah'ın gücünü, adaletini, merhametini, sevgisini, dualara karşılık veren ve herşeyi hayırla yaratan olduğunu düşünmek istemezler. Bunun yerine sürekli olarak (Allah'ı tenzih ederiz) sözde ne kadar mağdur olduklarının delillerini düşünüp düşünüp kendilerini daha da üzecek bir hale sokmayı tercih ederler.

    İnsan gerçekten çok acı çekebilir. Ve bunu dışarıdan bakan insanlar tam olarak anlayamayabilirler. Bu durumun kişiye verdiği fiziksel ya da ruhsal rahatsızlığın boyutlarını tahmin edemeyebilirler. Ama her ne olursa olsun, hiçbir konuda çözüm üzülmek değildir. Üzülmek, herşeyden önce Allah'ın haram kıldığı bir davranıştır. Müminin yalnızca bu bilgiyi bilmesi, derhal bu tavırdan uzaklaşıp sakınması için yeterlidir.

    Bunun yanında bir insanın kendi kendine şu soruları mutlaka sorması gerekir:

    - Üzülmek, benim içerisinde bulunduğum durumu değiştirmeye herhangi bir katkı sağlıyor mu?

    - Üzülünce, konular çözüme kavuşuyor mu?

    - Üzüntü bana herhangi bir yönden herhangi bir fayda sağlıyor mu?

    - Üzüntüm, hayatımı olumlu yönde etkiliyor mu?

    Bu soruların hiçbirinin cevabında üzüntüyü makul gösteribilecek bir delil yoktur. Üzüntünün insana herhangi bir açıdan ve çok küçük dahi olsa, getirdiği hiçbir fayda yoktur. Üzülmesi, kişinin içerisinde bulunduğu şartların değişmesine hiçbir etki etmeyen bir tavırdır. Üzüldüğünde, sıkıntılarından kurtulması da söz konusu olmaz. Üzüntünün, kendisini rahatlatan, konfor ve katkı sağlayan herhangi bir yönü de yoktur. Ve üzüntü, hiçbir zaman için bir insanın hayatını olumlu yönde de etkilemez.

    Peki üzüntü insana neler yapar?

    - Üzüntü insanı, fiziksel olarak da, manen de sadece tahrip eder.

    - İnsanın aklını kapatır, doğru düşünmesini, olaylara gerçekçi yaklaşmasını, çözüm yollarını görebilmesini tamamen engeller.

    - Kişinin bütün gücünü çekip alır. Böyle bir insan, fiziksel olarak da, manevi olarak da çok zayıf düşer. Mücadele edecek, çaba harcayacak gücü neredeyse hiç kalmaz.

    - Üzüntü, insanı hızla yaşlandırır.

    - İnsanı hasta eder. Böyle bir kimse, ardı ardınca sürekli olarak yepyeni hastalıklarla karşılaşır. Vücut direncini kaybeder, bünyesi her türlü rahatsızlığa çok daha açık hale gelir.

    - Mutsuzdur. Ve daimi olarak mutsuzdur. Güzellikler, iyilikler onu mutlu etmeye yetmez.

    - Çevresindeki nimetleri göremez.

    - Üzüntüyü sevmeye başlar. Sürekli olarak acılarını, sıkıntılarını düşünüp daha da çok üzülmek ister.

    - Üzüntüden kurtulma, üzüntüyle mücadele etme azmini kaybeder. Her fırsatta kendini üzüntüye bırakmayı bir hayat şekli haline getirir.

    - Yalnızlığı sevmeye başlar. Yalnız kalıp, üzüntülerini düşünmek, kafasında kurduğu senaryolara hüzünlenmek, geleceğe yönelik ümitsiz (Allah'ı tenzih ederiz) beklentilere kapılmak, ağlamak, ona çevresindeki pek çok nimetten daha çekici gelir.

    - Yaşama sevincini ve yaşama azmini kaybeder.

    Burada kısaca özetlenen birkaç detay bile, üzüntünün insana hiçbir fayda sağlamadığını ve tam aksine hem fiziksel hem de manevi açıdan insanda büyük tahribatlara yol açtığını açıkça ortaya koymaktadır. Üzüntü çok büyük bir vakit kaybıdır. Faydalı hiçbir yönü yoktur. İnsanı tahrip eden bir sistemdir. Dolayısıyla insanın kendisini üzüntüye bırakması çok büyük bir akılsızlıktır. Aynı zamanda kendi amacına da tam olarak zıttır. Kişinin hedefi, yaşadığı sıkıntılardan kurtulabilmektir. Üzüntü ise, kurtarmak bir yana dursun, insanı yepyeni sıkıntılar içine sokan bir başka sıkıntı şeklidir.

    Her insanın, üzüntü konusundaki bu önemli gerçeği görebilmesi son derece önemlidir. Aklını kullanan bir insanın, kendisine hiçbir faydası olmayan, sadece tahribat yapan, zarar veren, sıkıntıya sokan bir sistemi güzel görüp kabul etmesi mümkün değildir. Gelenekler, eski alışkanlıklar, toplumdaki genel tepkiler üzülmeyi her ne kadar makul gösterirse göstersin, aklı olan bir insan bu telkinlerin etkisinden çıkmasını bilmelidir.

    Bir insana vücudunu tamamen zehirleyecek bir madde verilse, ‘Al bunu iç’ dense, ‘Niye içeyim, bu çok tehlikeli olur, içmem’ der ve bu maddeden kesin olarak uzak durur. Aksini yapmanın büyük bir akılsızlık olacağını çok net bir şekilde görür. İşte üzüntünün de bundan bir farkı yoktur. Nasıl ki insan zehirli bir maddenin vücuduna, aklına, hayatına vereceği zararı görüp bundan sakınıyorsa, aynı şekilde üzüntünün de etkilerini görüp, bundan zehirden sakınır gibi sakınmalıdır.

    Allah, üzüntünün tahribatını insanlara özel olarak göstermektedir. Her insan, bir başkasının kendisine anlatmasına gerek kalmadan, kendi hayatında üzüntünün zararlı etkilerini açıkça tecrübe ederek görmektedir. Bu da Allah'ın rahmetinin bir tecellisidir. Yoksa Allah üzüntüyü haram kıldığını Kuran ayetleriyle insanlara bildirmiştir. Ancak bu şekilde Allah, insanların aklen ve vicdanen de bu ahlak bozukluğunu farkedip sakınmaları için onlara bir yol göstermektedir.

    Ayrıca insanın neşeleneceği, sevinç duyacağı, mutlu olacağı o kadar çok şey vardır ki dünyada, bunları görmezden gelebilmek de mümin için mümkün değildir.Kullarını çok seven, onların tüm dualarına karşılık veren, sonsuz merhamet sahibi, sonsuz adaletli, sonsuz akıllı, sonsuz yaratma gücüne sahip ve sonsuz kudretli bir Rabbimiz olduğunu bilmek ve Allah'a bu bilgiyle gönülden iman etmek, dünyadaki en büyük nimetlerden biridir. Allah kulları için saymakla bitiremeyecekleri kadar çok nimet yaratmıştır. Ve Allah güzel huylu olan, samimi olan kullarını, Kendi rızasıyla, sonsuz cennet hayatıyla ve sonsuz nimetleriyle müjdelemiştir.

    İnsan dünyanın en zor şartları altında bile olsa –ki bu zorluklar da Allah'ın rahmetinin birer tecellisi ve hayırla yaratılan imtihan vesileleridir-, bu büyük nimetlerin sevinci, insanın üzülmemesi, mutlu olması ve ümitvar olması için yeterlidir.

    Andolsun, Sebe' (halkı)nın oturduğu yerlerde de bir ayet vardır. (Evleri) Sağdan ve soldan iki bahçeliydi.(Onlara demiştik ki:) "Rabbinizin rızkından yiyin ve O'na şükredin. Güzel bir şehir ve bağışlayan bir Rabb(iniz var)." (Sebe Suresi, 15)

    Çünkü O, ilkin var eden, (sonra dirilterek) döndürecek olandır.

    O, çok bağışlayandır, çok sevendir.

    Arşın sahibidir; Mecid (Pek Yüce)dir.

    Her dilediğini yapıp-gerçekleştirendir.(Büruc Suresi, 13-16)

    Mehdi’nin çıkışından evvel, (her tarafı) aydınlatan kuyruklu bir yıldız doğacaktır.”(Kıyamet Alametleri, s. 200)